Bir gün San Fransisko’da, Çin operasının turneye çıkmış mütevazı bir çifti, dünyaya minik ama olaylı bir bebek getiriyor. “Hah bu çocuk belli… boş durmaz!” diyen doktor, doğar doğmaz bebeğe Lee Bruce adını koyuyor. Aslında Bruce Lee değil, esas adı Lee Jun-Fan! Ama Bruce deyince daha tok geliyor, hem yumruk gibi. Annesi Çinli ama içinde biraz Alman, biraz da İngiliz karışımı var. Yani çocuk adeta uluslararası bir dövüş karması gibi. Babası da Çin operasında oyuncu. Hal böyleyken, “Bu çocuğu ekranlara çıkarırız” demiş ana babası zamanında ama ekran yerine sokak dövüşleri çıkmış karşısına.
Daha 6 yaşında yumruklarıyla abidik gubidik birşeyler yapmaya çalışan bu veled yer çekimine kafa tutmaya başlasam nasıl olur, nasıl olsa su aslında su değil bardağa girince bardak olur felsefesinide yapmaya o zamanlar başlamış. Sonra bizim minik Bruce, “Ben bu Funk Fu işini çözeceğim!” yakacam ortalığı demiş. Derken Funk Fu’nun Harvard’ında doktora yapan Yip Man’nı buluyor başlıyor öğrenmeye.
Ama neden? Sırf spor olsun diye mi? Yoo… Bir sokak kavgasında rezil olmuş da, onu unutmuyor. “Bir daha kimse bana manitalar yanında mandalina muamelesi yapamaz hüleyyn!” diyerek çalışıyor da çalışıyor… Hatta Wing Chun yetmeyince üstüne bokus yapmayıda ekliyor. “Dövüşçü olacaksan, dans etmeyi de bileceksin” diyerek Rio’da Lambada, Küba’da Cha Cha öğreniyor. Adamın duru durağı yok, bi işe başladımmı cılkını çıkartıyor adeta ve öğrenmekle kalmıyor ve şampiyon oluyor bizim eleman! Yani adam hem uçan tekme atıyor hem dönerken spin yapıyor, kelebek gibi uçuyor arı gibi sokuyor “bu arada bu sözün newyork marka tescil dairesinden patentli esas sahibide kendisidir.” belirmiş olalım. Mesela yani.
Ama gel zaman git zaman… Sokak kavgaları artıyor. Mahallede “Bak bu çocuk salça olan herkesi yere indiriyor” diye bir ün salıyor. 19 yaşına geldiğinde, ailesi bakıyor ki bu çocuk ya dövüşçü olacak ya da haberlere konu olacak. Hop! Alıyorlar biletini, “Yürü aslanım, git doğduğun memlekete, azcık uslan!” deyip Amerika’ya gönderiyorlar.
Bruce atlıyor gemiye geliyor macera dolu Amerika’ya. gemi sahile yanaşırken valizini elinde bırakıp abide-i hürriyet heykelini muhatap alarak haykıyırıyor. Şahit ol sayın daş madam, seni yeneceeem Imerikaaa.. Ayağının tozuyla önce bir restoranın çatı katında kalıyor. Gündüzleri liseye gidiyor, geceleri garsonluk komilik yapıyor. “Yalnız bu Kung Fu işi Amerikalılarda yok hacı, ben bunlara bi öğreteyim, hem yolumu bulurum hem de bakarsın maniti…” diyor ve kendi tarzını geliştirip “Jun Fan Kung Fu” okulunu açıyor. Hem okuyor, hem çalışıyor, hem dövüşüyor… Hızlı yaşadığı dönemden hatıra olarak da araya da bir Linda sıkıştırıveriyor bizim çapkın Bruce. Aşık oluyor, evleniyor.
Derken Oakland’da ikinci bir okul daha açıyor. Bruce Lee artık sadece tekme atmıyor; bir yandan Amerikalılara Kung Fu’nun sadece “vıjjjjjtt” sesiyle değil, felsefesiyle de geldiğini ispatlıyor. Yani tekme tokat var ama içinde derin bir anlam da var. Uzak Doğu felsefesi, ahlak, disiplin, zen, çay seremonisi… Hepsi içinde.
“Bruce Lee’nin Başına Gelenler – Amcaoğlunun Dediği, Teyzeoğlunun Karşı Çıktığı Olaylar Silsilesi”
Vakti zamanında, Çin topraklarının bağrından kopup gelen bir delikanlı vardı: Bruce Lee. Elinde valizi, sırtında nunchakusu yani mınçıka derler bizim buralarda ona, kalbinde umutla Amerika’ya ayak basmış. Elinde valizi ile birlikte uçaktan iner inmez seni yeneceğğğmmm Amerika diye haykıran Bruce Lee abimiz ayağının tozuyla hemen Hollywood’a zıplamış. Derken karşısına o zamanların vurdulu kırdılı filmlerin çatık kaşlı yıldızı Charles Bronson çıkmış. Bruce daha “Merhaba” demeden Charles Abi’nin içi ısınmış bu minyon tipli şeker çocuğa. “Gel aslanım,” bak buralarda iti kopuğu, çakalı çukalı çok olur. Emmee demiş, “Amerika’nın çakallarına yedirmem ben seni!” demiş, kanatlarını açarak bir kartal gibi kol kanat germiş bizim Bruce’a.
İşin garibi, Bruce da pek bi’ sevmiş Amerikalı abisini. Öyle böyle değil, yani Charles “Öl” dese ölecek, o derece. Sevgi ve minnet bi milyon, tam bir “kanka for life” durumu yani.
Ama işte zalım hayat, günlerden bir gün, Bruce’un kulağına bir laf gelmesinmi: Güya Charles Bronson abimiz, “Şu Çinliyi aldık adam ettik
, şimdi artistlik yapıyor” demesin mi. Evet demiş. Demez olaymış! Bruce bunu duyunca bir titremiş, bir büzülmüş, “Budaaam Budam ah budam, ben senin gıymetini bilemedim budaaam!” diye diye ağlamışta ağlamış. Yememiş, içmemiş, enerji topu gibi gezen adam mum gibi erimiş. Kimisi diyo ki kahrından öldü, kimisi diyo ki “Yok arkadaş, ne kahır ne gam, olay başka.”
Neyse; bir diğer efsaneye göre Bruce Lee abimiz, Çin Mahallesi’nde lokanta açmaya kalkışmış. Şöhretin zirvesindeyken “Kung Pao tavuğu ben yaparsam yemezler mi? yerler tabi ki deyip” koyulmuş işe. Ama hesaba katmadığı bir şey varmış: Vito Don Carleone’nin temellerini attığı Mafya! Heeeyyt ulen “Buralar bizden sorulur Bruce’cum, hadi sen yine filmlerine dön” yoksa alırız aklını deyip bunu postalıyorlar.
Ama Bruce bu! Dediğini yapar. Adam her sabah demir robotla idman yapan bir çatlak zaten. İnsani olmayan şartlar o kadar insan üstü çalışmalar yapıyor ki, adamın pazusu nah benim kafam kadar değil amma döner bıçağı gibi fişşek gibi ciks, göğsü çelik yelek zırhı gibi. Kurşun atma sakın, sekip geri gelir cinsten adeta. Bıçak sapla, eğrilir. Mafya ne yapsın bu adama. “Bu adamı ancak… karı kızla kandırırız” ötesi yok demişler. Hemen en güzel, yüzüne bile bakmaya doyamayacağın sarışın bir afet-i devranla Bruce’u tuzağa düşürüp çaktırmadan zehirlemişler. Öyle böyle değil, adamı bayıltmak için kullandıkları zehir, New York’un yarısını altüst edecek güçteymiş. Adamı ancak öyle devirebilmişler. Yani Bruce Lee’nin düşmanı ne mafyaymış, ne Charles, ne de Caponlar… meğer düşmanı “playboy mutfağının sarışın kimyasıymış”.
Bir başka rivayet daha var, ki bu da aile içi tartışmalara yol açmış: Amcaoğlum diyo ki Bruce Lee’yi Çin hükümeti öldürtmüş. Sebep? bilimum kungfu panda ve karete kamil sırlarını Amerikalılara vermişmiş. Bruce gibisi gelmedi be abi diyor oradan bir eleman. Öyle ki Filmlerinde bi tane çekik gözlü Çinli’ye bile vurmazmış bu adam . El ense yaptığı tokatlayıp evine gönderdikleri herkes Capon mapon muş hep.
Hangisi doğru bilinmez. Ama şurası kesin: Bruce Lee ölmedi, o kalbimizde yaşıyor ve efsaneleşti. Yani… belki de hâlâ Çin Mahallesi’nin arka sokaklarında bir yerde, gizli gizli Kung Pao tavuğu yapıyordur. Kim bilir?