Bir zamanlar evvel bir zamanda yani fi tarihinde Bedrettin Dalan adında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı adayı vardı. Kendisi seçim propagandası olarak, Haliç’i öyle bir temizleyeceğim ki “Haliç’in suyu ahanda bebim şu en nadide göz rengim olan mavi mavi masmasi, gözleri boncuk mavi gibi olacak” demişti. Neden böyle bir vaadte bulundu derseni, Haliç o zaman öyle boktan bir yerdi ki, içine bakınca bırak maviyi yanından geçerken bile mide fesatı geçirir minibüste muavine müsait bir yerde kusacak var dedirtecek cinsten bir bok deryasıydı! Neyse efendim, bir gün haliç efsanesi bilgisine bir şekilde ulaşan minik zeki adamlar olan Capon abiler Dalan’ın kapısını çaldı:
— “Bey’fendi! demişler. Öksürün görelim demiş dalan ağa. Capon abiler, bizim saç kılına delik açacak kadar gelişmiş teknolojimizle Haliç’i 6 ayda cillop gibi pırıl pırıl yaparız. Ammaaa bir şartımız var. Haliç’in dibinden ne çıkarsa bizim olacak!”
Dalan, yılların İstanbul kurdu, gözlerini kısarak bakmış ve:
— “Höööst! Olmaz! Başka kapıya diyerek japonya diyarına kalkan ilk uçakla Atatürk Havalimanından paketlemiş!”
Neden mi? Çünkü Dalan da Caponlar gibi biliyordu ki, Haliç’in dibi… altınla doluydu! Ama nasıl mı? İşte haliç efsanesi pardon efsaneleri burada başlıyor:
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederken, Bizanslılar panikte:
— Amanın türkler kapıyı kırdı şehre giriyorlar imparatorum napcez derken diye ahufigan ederken “Türkler alacağına denize atarız daha iyi!” diyerek altınları şaaak diye Haliç’e boca etmişler. Üstelik kız tarafının başlık parası olarak istediği bir gemi altınla beraber rodos adasındaki nişanlısına kaçmaya çalışan Bizans İmparatoru Justinyen’in gemisi de altınla tıka basa dolu halde kaçarken Haliç’in dibini boylamış. Bende pek inandırıcı bulmadım ama adı üstünde efsane işte.
Bir başka rivayette, Çemberlitaş kuyumcu atölyelerinin kanalları doğrudan Haliç’e bağlıymış. Altın tozları sularla akıp akıp Haliç’e dolarmış. Ammaaa hemen heveslenmeyin! Zira kuyumcular da keriz değil ya, boruların başına altın tozu yakalayan özel işlemeli halis muhlis hereke halıları sermişler. Haliç efsanesi bu ya, düşünün, efsane de halının altı bile zengin!
Bir de Kaan Batum’un hikâyesi var. Roma İmparatorluğu, Rodos’u fethettiğinde som altından bir denizkızı heykelini İstanbul’a getirmek için gemiye yüklemiş. Ama gemi Haliç’e yaklaşırken çat! Batmış. Heykel hâlâ Haliç’in dibinde öylece yatıyormuş.
Haliç Efsanesi: Golden Horn
Yıllar sonra, 1997’de Haliç temizliği için ihale açıldı. Ama Caponlar değil, Türk-Amerikan ortaklığı kazandı. Çıkardıkları 3 milyon metreküp çamura “balçık” diyemediler, “çok değerli seramik çamuru” dediler. Altın falan? Hak getire! Ama dedikodu bu ya, “Türk şirketleri temizliği yaparken üç-beş kürek altını cebine indirmiş” söylentisi yayılmış.
Sonuç:
İstanbul’da “Haliç’in dibi altın dolu” lafı, en klasik şehir efsanelerinden biri oldu. Kim bilir, belki hâlâ altınlar oradadır, belki de yoktur. Ama bildiğimiz bir şey var: Haliç altın gibi hikâyelere her zaman kaynak olmuştur!
Ve hâlâ biri çıkıp “Haliç’te altın var” derse, biz de şöyle deriz:
— “Hadi oradan! O efsane çoktan Haliç’te battı!” 😄✨
Pingback: Altın Boynuz Efsanesi-İstanbul Boğazı’nın Mitolojik Hikayesi